VAHİY KUR’AN İLİMLERİ FELSEFE VE DÜNYEVİ İLİMLERİN MUKAYESESİ Dünya hayatında Cenabı Hakkın hikmetini gereği olarak hayır ve şer Hz Âdem’den (as) a beri devam ediyor. Genelde şer hakim olmuş gibi görünse de, asıl olan kâinatta hayrın ve güzelliğin hâkim olduğu gerçeğidir.
İmtihan sırrı gereği olarak Hz Ebubekirlerle, Ebucehiller; Firavunlarla Musalar hep olagelmiştir ve kıyamete kadar da olacaktır.
Son ikiyüz yıldan beri. Hegel, Marks, Mao, Freud, Darwin ..vb gibi dinî ve manevî konulara uzak ve ters olan insanların batı felsefesinin yetiştirdiği ve ucu “ateizm”, denen dinsizlik akımına dayanan ve fen kisvesi altında da “Pozitivizm” denen bir akım var olagelmiştir. Bu tür akımlar tabii ki bütün insanların bir şekilde merakını çekmekte ve etkilemektedir. Son zamanlarda Türkiye’de de maalesef dindar kesimlerin bir kısmının aklını karıştırıp, İmam Hatip Liselerine kadar inen, tesettürlüleri de kıskacına alan bir “deizm” illeti de hasıl olmuştur. Ateizm; tamamen Allah’ı inkâr den bir akım. Deizm, kâinatın bir yaratıcı tarafından yaratıldıktan sonra bu yaratıcının insanı kendi başına bıraktığını kabul eden bir felsefi akım ya da inanç biçimidir. Bu akım, peygamberleri ve mukaddes kitapları reddeder. Bu inancı kabul eden, bu tür felsefi görüşü olanlara deist denir. Bu akıma göre mutlak bilgiye ulaşmanın yolu vahiy ve peygamberlerden geçmez saçmalığını kabul eder.
İşin aslında ise; ilmin kaynağı ve esası Kur’andır, vahiydir, ilâhî hükümler ve bunlardan kaynaklanan hadisi şeriflerdir ve fıtrattır. Kur’an-ı Kerim de fıtratın esasları olan gerçek manadaki bugün hepimizin kabul ettiği bütün fenleri içine alıp kapsar. Fıtratın esası budur. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız peşin hüküm, hurafe, hayal ürünü ve tasarımlar bahsimizden hariçtir.
Kur'an veya hadisi şerifler bütün bu fenlerden kısa, öz fezleke tarzında bahsederler. Bu tarz ise; güzel, isabetli, münasip, bütün mekânları kapsayan, münbit işitilmemiş çok daha geniş ilimlere işaret edip içine alan, bütün ilimlere yere veren fezlekelerdir.
İlâhi emirdeki bu ilmi fezlekelere ulaşmak, tam bir meleke ve derin bir bilgiden sonra mümkün olabilir. O zaman herbir fezlekenin kaynağı olan fen veya ilmin esası olduğu anlaşılır. Bu tür geniş kapsamlı ilmin bütün inceliklerine inip ona vakıf olmak, onu elde edip, bilmek ve tatbik etmenin ise, bir şahısta olması mümkün değildir.
Gerçek ilme ulaşmanın ve ona erişmenin çok hikmetli ve sağlam muhakemelerinin neler olabileceğini Bediüzzaman Sad Nursî’nin işarat-ül İ’caz eserindeki tahlillerinden tefekkür edip öğrenmeye çalışalım. BU derin ve yüksek ilmi kaideler esas itibarıyla şunlardır;
- Bir şahıs, çok fenlerde ihtisas sahibi olamaz.
- İki şahıstan çıkan bir söz, istidat ve mizaçlarına göre farklılık arz eder. Yani birisine göre altın, ötekisine nazaran kömür kıymetinde olur.
- Fenler, fikirlerin birleşmesinden çıkan ve zamanın geçmesiyle gelişen hakikatlerdir.
- Eski zamanda nazari olup, bu zamanda açık ve net olan çok meseleler vardır.
- Sahra ve çöl adamları, basit ve saf insanlar olduğundan, medenilerin medeniyet perdesi altında gizleyebildikleri hile ve desiseleri bilmezler ve gizleyemezler; her işleri merdanedir, kalbleri ve lisanları birdir.
- Çok ilim ve fenler vardır ki, adetlerin telkiniyle, olayların öğretmesiyle, zamanla, çevrenin yardımıyla ortaya çıkar.
- İnsanlığın nazarı istikbale nüfuz edemez, hususi işleri ve halleri göremez.
- İnsanlık için tabi ömür olduğu gibi, yaptığı kanunlar için de bir tabii ömür vardır, onun sonu olduğu gibi, bunun da sonu vardır.
- İnsanların sıfatlarında, tabiatlarında, hallerinde zaman ve mekanın çok tesiri vardır.
- Eski zamanlarda harika olarak kabul edilen çok şeyler vardır ki, temel prensipler ve vasıtaların gelişmesiyle adi şeyler hükmüne geçmişlerdir.
- Aniden bir fennin icadına ve gelişmesine, harika bir zekâ olsa bile, muktedir olamaz. O fen, ancak çocuk gibi kademeli olarak mükemmelliğe ulaşır.